Aydın Yıldırım'ın köşe yazısı
Ahmet 1972’nin bir bahar günü, Nisan’ın ilk günü dünyaya merhaba demişti.
Unna denilen bir Alman kentinde.
Unna, Kamen, Bergkamen, Dortmund. Almanya’nın o yıllardaki kömür ve çelik üretim merkezi olan Ruhr bölgesindeydi bu kentler.
Türkiye’den 1960’larda giden binlerce işçi gibi babası da burada tutunmuştu hayata. Kamen’de kurmuştu çekirdek ailesini.
Bir madenci çocuğu olarak gözlerini hayata açmıştı Ahmet.
7 aylık doğmuştu. Annesi başka hastanede tutulurken Ahmet başka kasabadaki bir hastanede 2 ay kuvözde yaşadı.
Babası 2 ay boyunca 2 hastane arasında mekik dokumuş ve Ahmet’in anne sütünü taşımıştı her sabah.
Ahmet minicik elleriyle sıkıca sarıldı hayata. Büyüdü. Okula başladığında öğretmenlerinin daima takdirini topladı. İlkokulu başarıyla bitirdi. Ortaokul 1. sınıfta okurken, tam da her şey yolunda giderken duyduğu bir kelime onu sarsmıştı: Kesin dönüş.
1984 yılında Almanya hükümeti aldığı bir kararla misafir işçi gözüyle baktığı Türk işçileri ülkelerine göndermek için bir hamle yaptı. Hem emeklilikte sıkıntı çıkartıyor hem de işçilerin gitmesi için maddi teşvikler yaratıyordu.
10 yıl Uzunköprü, 21 yıl Dortmund madenlerinde çalıştıktan sonra babası artık bedeninin bu ağır işçiliği, ciğerlerinin de daha fazla kömür tozu kaldıramayacağını söyledi. Baba köşeye sıkışmış hissediyordu kendini. Dönmek tek çareydi.
Ahmet boğazında bir yumru hissetti. Yutkunamıyordu. Okulundan nasıl ayrılacaktı. Mahallesini nasıl bırakacaktı. Arkadaşlarını bir daha hiç göremeyecekti. Yutkunamıyordu. Dünyası başına yıkılmıştı sanki.
Eşyalarını gözyaşları içinde hazırladı.
Alman okul idaresi Türk öğrencilere bir jest için düzenlediği 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlamalarında tüm Türk öğrencilerinin Türk bayraklı bir fotoğrafını çekmişti. O fotoğrafı da arkası aynalı bir çerçeveye yerleştirmiş ve öğrencilere dağıtmıştı.
Ahmet o fotoğraflı küçük aynayı avucunda tuttu, aynasını sildi. Belki çocukluğundan, Almanya’dan ona kalacak olan tek hatıraydı o. Sonra eşyalarının arasına güvenle yerleştirdi, kutsal bir hazine gibi.
Beyaz Opel’in bagajı, koltukların araları, arabanın üstü, her bir nokta eşyalarla doluydu. Babası arabayı çalıştırdı. Komşular arabanın etrafında nemli gözlerle birikmişti. Hareket için gaza bastığında Ahmet annesinin hıçkırıklara boğulduğunu duydu.
Kardeşi Aydın bembeyaz kesilmişti. Olanları anlamaya çalışıyordu. Türkiye’ye gidecekleri için mutluydu Aydın ilk başta, peki anne neden ağlıyordu?
Annenin hıçkırıkları arabanın içinde eşyalardan arta kalan boşlukları doldurdu.
Ve baba gaza iyice yüklendi: “Haydi bakalım, Allah yolumuzu açık etsin, kazasız belasız, istikamet Keşan.”
Ahmet’in boğazındaki yumru biraz daha büyüdü.
Benzer Haberler
“Leenane’in Güzellik Kraliçesi” sokak hayvanları için sahnelendi
BSM Çocuk Korosu, “Barış Manço Şarkıları Konseri”nde büyük beğeni topladı
Batı Trakyalılar, “Sadık Ahmet” filminde buluştu
Diyarbakır Devlet Tiyarosu Keşan'da sahne aldı
Hastane atıklarının sanata dönüşüm yolculuğu
Trakya Ensemble ve Flüt Virtüözü Şefika Kutluer’den muhteşem iki konser
ÇIĞLIK